SÜMER MASALLARI SERİSİ 13

           GÖBEKLİTEPE ve DÖNÜŞ

Göksel gemilerini havalandırıp, Dünya’nın etrafında tur atan Niburulular,

Göbeklitepe’ ye iniş yapıp orada yaşam kurmaya karar verdiler. Geniş bir ovaya hakim olan bu büyük tepe, Dicle ve Fırat nehirleri arasında yer alıyordu. Tarım yapmaya, kanallar oluşturmaya, hayvancılığa uygun bir bölge idi.

Ayrıca altın yataklarına da yakındı. Bir diğer neden ise, martın sonuna doğru Dünyalılar’ın sözleşmiş   gibi bu tepede toplanmalarıydı. Bir çok kadının bu tepede aynı dönemde doğum yapmalarına da tanık olmuşlardı. Adeta doğumhane olarak belirlenmiş bir bölgeydi.

Gemilerini Dünyalılar’ın toplandığı alana uzak bir yere indirdiler. Onların kaçıp saklanacaklarını düşünmüşlerdi ama öyle olmadı. Her gün öbek öbek gelenler oluyordu. Çoğaldıkça çoğalıyorlardı. Yanlarında avlarını, tohumlarını ve meyvelerini de getiriyorlardı.

Günlerce karşılıklı biribirlerini seyrettiler. Ok ve değnekten başka silahları yoktu. Oysa Anunnakiler’in dehşet saçan silahları vardı ama bunları sadece kendilerini savunmak için kullanabilirlerdi. O durumda bile yıllarca süren soruşturmalar geçirirlerdi. Herhangi bir canlıya zarar vermek suçtu.

Bir sabah Laluh ve Enlil doğum tepesine gittiler. Dünyalılar önce çekinerek baktılar. Sonra topladıkları tohumlardan ve meyvelerden ikram ettiler. Aynı dili konuşamadılar ama birbirlerine güvendiler.

Anunnakiler, koyunları ve keçileri için toprağın içine yarı gömülen,  T şeklinde on iki sütünlu ağıllar yaptılar. Bu dairesel yapıların üstüne örtü yapmak daha kolaydı. Çevredeki ağaç dalları, yaprak ve toprak ile üstlerini örttüler.Dünyalılar da onlara yardım etti. Sonra hemen yanına bir doğumhane inşa ettiller. Doğumhaneye  topraktan sekiler yaptılar. Böylelikle Dünya’nın ilk hastanesi inşa edilmiş oldu.

Dünyalılar, Kendilerini soğuğa ve yırtıcılara karşı koruyacak olan bu yapıları çok sevdiler. Derken, konaklama yapıları, depolar, eğitim alanları da eklediler.

Anunnakiler’den  hiç bilmedikleri tohumları ekmeyi, koyun ve keçileri besleyip çoğaltmayı da öğrendiler.

Kireç taşlarını oyup, içlerine kaklar, meyvesuları, tohumlar koydular.

Anunnakilerle birlikte  nehir kenarlarında altın topladılar, madenlerde çalıştılar.

Burası hem bir hastane, hem şehir, hem de bir hava üssü gibiydi. Niburu’dan gelen gemiler uzaydan kolayca bu bölgeyi görebiliyordu.

Kanallar yardımıyla Urfa Ovası’nda büyütülen ağaçlar orayı bir cennet bahçesine çevirmişti. Çeşit çeşit meyveler, otlaklar ve ovaya hakim tepede devasa yapılara sahip bir şehir oluşmuştu.

Niburulu çocukların bir çok Dünyalı arkadaşı olmuştu. Birbirlerine bildikleri oyunları öğrettiler. Yeni oyunlar icat ettiler.

İnşa edilen okul binasında, tohumların saklanması, evcil hayvanların bakımı, bitkilerin yetiştirilmesinin yanı sıra bina yapımının incelikleri, yün eğirme, kumaş örme tekniklerini öğrettiler.

Bir akşam yemeğinde Enlil, Veri toplayıcının hesaplarına göre yirmi Dünya yılı içinde bu bölgenin sular altında kalacağını söyledi. Çünkü buzul devrinin sonuna gelinmişti ve Dünya hızla ısınıyordu. Bunun sonucunda da buzullar eriyordu.Suların onlarca metre yükseleceğini düşünüyordu.

Altın çıkarma işine hız verdiler. İnsanlar da ellerinden geleni yaptı.

Bir gün Yediler meclisinden yeni bir karar geldi. Niburu’nun atmosferi onarılmıştı ve Anunnakilerin Dünya’daki görevi sonlandırılmıştı. Herkes bütün malzemelerle birlikte geri dönecekti. Niburu’ya ait herhangi bir alet bırakılmayacaktı. Ekilen tohumlar ve evcilleştirilen hayvanlar için yapılabilecek bir şey yoktu.

Artık birer genç olan Niburulu çocuklar, Dünya’ya çok alışmıştı. Bırakıp gitmek, bir daha buradaki arkadaşlarını görememek çok üzücüydü.

Enki ve Laluh  durumu Dünyalılar’ın meclis toplantısında dile getirdi. Önce bir kargaşa ve gürültü oluştu. Sonra uzun bir sessizlik… Herkes çok üzgündü.

İnsanların bir an önce tohumlarını ve evcil hayvanlarını alarak, yüksek dağlara çıkmaları gerektiği karara bağlandı. Suların çok yükselme riskine karşı büyük tekneler inşa edildi.

Bunca yıldır emek harcadıkları şehir sular altında kalacaktı. Bu duruma çok üzülen Dünyalılar, şehirlerini yıkılmaktan kurtarmak için, bütün yapıları toprak ve taşlarla kapattılar. Artık şehrin yerinde,  sadece büyük bir tepe kalmıştı. Ovadaki bakçeler ve yamaçtaki buğday tarlaları için yapılabilecek bir şey yoktu.

Anunakiler yaşanabilecek ve suların erişemeyeceği dağların haritalarını insanlara verdiler.

Vedalaşma zamanı gelmişti. Hayvanlar kesildi. Etler, meyveler sebzeler ve tohumlar derin donduruculara yerleştirildi. Göksel gemiler uğurlandı.

Dünya zamanı ile otuzlu yaşlara gelmiş olan Fırat, Doruk, Royem Ve Bulut kendilerini Dünyalı gibi hissediyordu. Mutfak penceresinden gezegenlerine son kez doya doya bakmaya çalışıyorlardı. Gelirken korkmuş ve üzülmüşlerdi. Bu kadar çok alışacaklarını hiç düşünmemişlerdi.

İçinde yaşam olan bir gezegene gitmek Niburu yasalarına göre suçtu. Artık burada yaşam olduğunu bildiklerine göre bir daha gelmeleri mümkün değildi.

Dünya’da göç başlamıştı. Kimi tekneleri ile nehirlerden denizlere ve okyanuslara açıldı. Kimi yürüyerek dağların yolunu tuttu. Böylece yeryüzüne dağılan insanlar, gittikleri yerde yeni şehirler kurup, kanallar yapıp, oraları yeşerttiler.

Göbeklitepe’deki yapılara benzer, yapılar yaptılar. Sütunları benzer şekilde süslediler. Niburu’dan getirilen tohum çantalarının şekillerini her gittikleri yerde taşlara oydular.

Torunlarına Anunnakilerle ilgili masallar anlattılar.

Gökten iki elma düştü. Biri senin başına, biri benim başıma çocuk.