FIRAT NİBURU’DAN AYRILIYOR
Bir varmış, bir yokmuş,
Evvel zaman içinde,
Kalbur saman içinde,
Develer tellal olmadan önce,
Pireler berber olmadan önce,
Niburu gezegeninde,
Fırat ve arkadaşları oyun oynamayı, sohbet etmeyi, gezmeyi, görmeyi, öğrenmeyi çok seviyorlarmış.
Bir gün uçan arabalarıyla on bin fitin üstüne çıkınca bu çılgın arkadaşlar, iki gün arabalarına binememe cezası almışlar.
Onlar da bu cezalı günlerden birinde Müze Gemi’yi dolaşmaya karar vermişler.
Bu Niburu’nun ilk uzay gemisiymiş. Artık yaşlandığı için bu gemiyi müze yapmışlar. Fırat ve arkadaşları böylece ilk defa bir uzay gemisinin içine gireceklermiş. Heyecanla parkta buluşmuşlar. Uçan trenle yaklaşık yarım saat uzaklıkta bulunan Erudu’ya gideceklermiş. Uçan trene binmişler ve Erudu’ya varmışlar.
Müze Gemi şehrin merkezindeymiş. Uçan tren istasyonu ise şehrin girişinde. İstasyondan inip, metroya binmişler. Beş durak sonra şehrin merkezine varmışlar.
Metrodan çıktıklarında Müze Gemi hemen karşılarındaymış. Erudu halkı bu gemi ile övünüyormuş. Gemiyi şehrin merkezindeki boş alana indirip, müze olarak tanıtıma sunmuşlar.
Fırat ve arkadaşları ‘’Yanlış zamanda mı geldik acaba’’ diye düşünmüşler. Çünkü ortalıkta kimseler yokmuş. Neyse ki geminin kapısından girince içeride öbek öbek Anunakiler geziyormuş.
Önce alt katı gezmeye başlamışlar. Yakıt dairesi oldukça büyükmüş. Yan tarafta banyo ve tuvalet kabinleri ve yatak odalarını dolaşmışlar. Ön taraftaki odaların kapısı kilitliymiş. Üzerinde ‘’Dehşet Silahları Bölümü’’ yazıyormuş.
Fırat kapıya dokununca mor ışık yanıp sönmüş ve kapı sensörü, ‘’girilmez bölüm, girilmez bölüm…’’ diye uyarı vermiş. Merdivenden üst kata çıkmışlar.
Bulut, uyarı levhalarındaki yazıyı göstererek ’’Biraz hızlanmalıyız. Müzenin kapısı kırk dakika sonra kapanacakmış.’’ demiş. Hızlanarak dolaşmaya başlamışlar. Bu arada gemide neredeyse onların dışında kimse kalmamış. Önce sürüş kabinine gitmişler. Bir çok cihaz, ekran ve düğme bulunmaktaymış. Sonra mutfak bölümüne gitmişler. Masalar tabaklar, çekmeceler ve kocaman bir dondurucuda yüzlerce paket yiyecek varmış. Dondurulmuş yiyeceklerin sergilenmesine biraz şaşırmışlar.
Ardından sinema salonuna gitmişler. Karanlık olan salon, onlar girince oynamaya başlayan filmin ışıkları ile az da olsa aydınlanmış. Uçan Araba Yarışları filmi, oynamaya başlamış. Koltuklara oturmuşlar. Bir iki dakika izlemeye kalmadan, nereden geldiğini anlayamadıkları bir ses duymuşlar. ‘’Troooooommmm trrrrrrrrrrr’’. Geminin motorlarının çalışma sesi mi filmden mi geliyor, ne olduğunu anlamadan gemi havalanmış.
Koşarak alt kata inmişler. Çıkış kapısına asılmışlar. Kapı kilitli. Sensör mor ışık yayarak, metalik bir sesle,‘’Gemi hareket halindeyken kapı açılmaz, gemi hareket halindeyken kapı açılmaz’’ diye uyarı vermiş.
Akıllı saatlerinden ailelerini aramışlar. Gemi on bin fiti geçerse ses iletimi gerçekleşemezmiş. Neyse ki herkes ailesiyle görüşmeyi başarmış. Fırat babasına durumu ayrıntılarıyla anlatmış: ”Babacığım, müzenin kapanma saatine daha yirmi dakika vardı. Sinema salonunda oturuyorduk. Ne olduğunu anlamadan gemi havalandı.”
Babası: ”Merak etme oğlum hemen Hava Savunma Bakanlığı’nı arıyorum. Siz sürüş kabinine gidin. Gemiyi biri kullanıyor olmalı” demiş.
Diğer çocukların aileleri de ‘’Hava Savunma Bakanlığı’nı arıyoruz, korkmayın’’ diye teselli etmeye çalışmış çocukları. Ama işte on bin fiti geçmiş olmalılar. Anne, babalarının sesleri kesilmiş. Artık yer bağlantısı sağlamak zor olacakmış. Defalarca tekrar tekrar aramışlar ama nafile. Gemi oldukça uzaklaşmış Niburu’dan.
Hemen uçuş dairesine gitmişler. O da ne? Orta yaşlı bir erkek gemiyi kumanda ediyormuş.
Gökten üç elma düşmüş. Biri Fırat’ın başına, biri bu masalı yazanın başına, biri bu masalı okuyanın başına.