SÜMER MASALLARI SERİSİ

             İSKELET SAHİLİ

Bir varmış bir yokmuş. Niburu diye bir gezegen varmış. Fırat ve arkadaşları Niburu’da yaşarmış.

Bir gün uçan arabalarına binip, yükseklik kuralını ihlal etmişler. Bu yüzden iki gün arabalarına el konulmuş. İşte o günlerin birinde Fırat ve arkadaşları Erudu’daki Müze Gemiyi gezmeye gitmişler.

Müze gemiyi dolaşırlarken çocuklar, gemi birdenbire havalanmış. Az gitmiş, uz gitmiş  bir uzay boyu yol gitmiş.

Derken Dünya gezegenine inmişler. Neyse ki ailelerine ses gönderebilmişler. Aileleri ve otuz altı gönüllü daha, kendi gezegenlerini kurtarmak için, Dünya’ya gelip altın aramaya karar vermişler.

Çocuklar heyecanla ailelerini beklemektelermiş. Öte yandan da Laluh ile birlikte Dünya’yı keşfetmeye çıkıyorlarmış her gün.

Laluh, o sabah uyandığında, Fırat, ‘’Doğuya gidelim lütfen! Bize benzeyen çocuklarla tanışalım.’’ dedi. Diğer çocuklar da ısrar etti ama Laluh, ‘’Niburu’dan yola çıkan gemi buraya gelmeden, bir daha doğuya gitmeyeceğiz çocuklar.’’ dedi. Çünkü, daha batıyı ve kuzeyi araştırmamışlardı. Oralarda ne olup bittiğini araştırmak gerekti.

Bulut, ‘’Bugün nereye gideceğiz?’’ diye sordu. Laluh, ‘’Batıya gidelim, etrafımızda toplam kaç nehir olduğunu saptamalıyım. Niburu’dan gelenler vakit kaybetmemeli. Hemen altın çıkarma faaliyetlerine başlamalıyız.’’ dedi.

Royem, ‘’üzülmeyelim arkadaşlar, dün mavi balina ve yavrusunu gördük. Bugün kim bilir nelerle karşılaşacağız.’’ dedi.

Doruk, ‘’hiçbir şey o çocuklarla tanışmak kadar eğlenceli olmaz.’’ dedi somurtarak. ‘’Onların yaşadığı yeri görmek, oyunlarını öğrenmek, nasıl konuştuklarını incelemek en güzeli olurdu.’’ diye de ekledi.

Laluh onları dinlemiyor gibiydi. Hazırlık yapıyordu. ‘’Haydi çıkıyoruz!’’ dedi kuvvetli bir ses tonuyla.

Yine uçan arabaya bindiler. Ambarın tavanını açtılar ve gemiden ayrıldılar.

Güneş tam tepedeydi. Öğlen saatiydi. Ama Dünya’ da gün çabuk bitiyordu. O yüzden Laluh, Güneş batmadan daha çok nehir keşfetme derdindeydi. Ne kadar çok nehir, o kadar çok altın demekti. Annunakilerin geleceği buna bağlıydı. Yoksa kuraklık ve kıtlık baş gösterirdi. Bu durum gezegenlerinin ve orada yaşayan canlıların sonu demekti.

Batıya doğru gittiler. Laluh uçan arabayı oldukça alçaktan uçuruyordu. Bir vahadaki fillere ve zürafalara değecek gibi oldular. Sonra biraz daha yükseldiler. Nehir görünce Laluh, nehrin uzunluğunu görmek için rotayı biraz kuzeye kırıyordu.

Üç tane nehir keşfettiler. Nehir boylarında otlayan sürüleri inceleye inceleye batıya gittiler. Zebralar, antiloplar, filler, zürafalar, bizonlar…Yan yana otluyorlardı.

Nehirler kuzeyden güney batıya doğru akıyordu ve Atlas Okyanusu’na varmadan birbirlerine kavuşup, bir süre birlikte aktıktan sonra okyanusa dökülüyorlardı.

‘’Birbirine kavuşmak ne güzel’’ diye düşündü Royem. Anne ve babasını babaannesini, dedesini, öğretmenini arkadaşlarını çok özlemişti. Neyse ki annesi ve babası yanına gelmek üzereydiler.

Daha da batıya gidince atlas okyanusunun kıyısında uzun ve ipeksi bir kum şeridi ile karşılaştılar. Bu kum şeridinin içinde gaz çıkaran kum tepeciklerine şaşırdılar. Kıyı şeridi iskeletlerle doluydu. Devasa bir balina iskeleti çok iyi fark ediliyordu. Bir çok değişik iskelet incelediler. Buraya ‘’İskelet Sahili’’ adını verdiler.

Koyu yeşil okyanustan devasa dalgalar geliyordu. Bu dalgalar köpürerek sahile akıp geri  gidiyordu. Uzun uzadıya bu sahili izlediler. Sonra  aynı yolu takip ederek geri  döndüler.

Gemiye  doğru yaklaştıklarında çok heyecanlandılar. Gemilerinin yanında daha büyük bir uzay gemisi duruyordu.

Fırat bağırarak, ’’Yaşasın geldiler!’’ dedi.

Laluh, ‘’sakın kemerlerinizi çözmeyin. Sakin olun, zaten iniyoruz’’ dedi.

Gökten altı  elma düştü. biri Fırat’ın biri Royem’in biri Bulut’un, biri Doruk’un biri Laluh’un başına.

Senin başına düşeni hissettin mi çocuk?