JAKO
Pembe kuyruklu Jako,
Hem havalı hem ballı,
Yiyecekleri leziz sulu.
Diğer çocuklar çalışıp çabalar, yiyecek arar.
Anne, babası, Jako’nun yemeğini ağzına koyar.
Burnunu, kıvırır beğenmez,
Annesinin babasının verdiğini yemez.
Üstüne bir de, İnat eder temizlenmez.
Diğer papağanlar mısır bulamazken,
Jako, ay çekirdeklerini bile istemez.
Arkadaşları kıymet bilir,
Sora sora öğrenir,
Çalışır, çabalar.
Nimete sırtını dönmez.
Jako kendini alim sanır.
Bu devran hiç bitmez sanır.
Anne babasının ilgisini,
Tepe tepe kullanır.
Herkesten çok konuşur.
Dinlemez, anlamaz.
Üstüne bir de kaba davranır.
Jako’nun annesi babası,
Jako beğenmiyor diye yiyecekleri,
Dolaşmaktaydılar ormanın derinliklerini,
Bulmak için yiyeceklerin en lezizini.
Derken tuzağa düşüp yakalandılar,
Pazara götürülüp satıldılar.
Jako bütün gün bekledi durdu.
Maalesef gelen giden yoktu.
Birkaç gün beğenmedikleri ile karnını doyurdu.
Günler geçti, beğenmedikleri de son buldu.
Konu komşu acıdı,
Ara sıra yediklerinden verdi.
Sonra bir gün komşu teyze Lori,
‘’Artık büyüdün, yiyeceklerini kendin bul” dedi.
Jako üzgün ve korkarak ormana baktı.
Anne babasını ormanda aradı.
Ağlayarak şöyle mırıldandı.
‘’Anneciğim, babacığım,
Anladım şimdi kıymetinizi,
Dönüp gelirseniz eğer,
Olacağım çocukların, en akıllısı, en temizi.”
Öte yandan Jako’nun annesi babası,
Satın alındılar.
Altın bir kafese konulup,
Padişaha sunuldular.
Padişah ile sohbet etmeleri için,
Aç, susuz bırakıldılar.
Bir gün küçük oğlu, padişahın,
Acıdı hallerine papağanların.
Kaptı kafesi, koştu bahçeye,
Açtı kafesin kapısını,
Uğurladı papağanları özgürlüğe.
Jako’nun annesi babası,
Ormanın yolunu tuttular.
Aradılar, taradılar,
Sonunda evlerine vardılar.
Jako mahsun garip,
Evinde, oturuyordu.
Önünde, kuru yapraklar,
Karnını doyuruyordu.
Jako, anne ve babasını karşısında görünce.
Sevinçten havaya atlayıp, etrafında bir tur döndü.
Sonra sıkı sıkı sarıldılar,
Bir daha hiç ayrılmadılar.